ESKİ EVLERİMİZİN MANEVÎ SİGORTALARI LEVHALAR…
Osmanlı evinin duvarlarında, hem evi belâlardan korumak; hem de içindekilere nasihat teşkil etmek üzere hat levhaları asılırdı. Resim ve heykel İslâm cemiyetinde yasak olduğu için, bunun yerini hat levhaları doldurmuştur. Bunlar zarafetiyle aynı zamanda eve estetik bir hava katardı. Baktıkça levhadaki yazının mânâsını düşünür; ibret ve nasihat alırdı.
CİROSU YÜKSEK ŞİRKET
Yangın ve zelzele, bu coğrafyada evlerin iki büyük düşmanıdır. Eskiler, evin dış duvarına, “Yâ Hâfız” yazarak, bu ism-i ilahînin himayesine sığınırdı. Rivayet odur ki, bir zamanlar İngiliz sefiri, Keçecizade Fuad Paşa’ya bunların mânâsını sormuş; o da her zaman ki nüktedanlığı ile, “Osmanlı sigorta şirketi poliçeleri” diye cevap vermiş. İngiliz sefiri de, “Cirosu yüksek bir şirket olsa gerek. Çünki bütün evlerde görüyorum.” demiş.
Osmanlı evinin her köşesine sinmiş, eşyasına sirâyet etmiş bir ruhu vardı. Bunun da en mühim sembolü, duvardaki levhalar idi. Bunlar, eski evlerin iç mimarisinin, insan ve cemiyetin davranış kalıplarına nasıl tesir ettiğine misaldir. Sadece süs değildir; insana bir takım mânâ ve mesajlar ilham eder; sâkinleri ile ev arasında manevî bir irtibattır. Yeni devirde evlerin tezyinatı için bunların yerine, ya resmî dairelerin girişi gibi aile fotoğrafları; ya da Avrupa işi yağlı boya resimler, hatta bunların kötü birer kopyası asıldı. Artık evlerin karakteristiği kalmamıştır. Bir eve girince, kime ait olduğunu anlamak mümkün değildir.
Epey zaman önce gazeteler yazmıştı. Almanya’da bir Türk doktorun evine hırsız girmiş. Neyi varsa alıp götürmüş. Birkaç gün sonra doktora bir mektup gelmiş. Mektupta şöyle yazıyormuş: “Abi ben de Türküm. Senin Türk olduğunu bilseydim, evini soymazdım. Eşyaların filan yerde, git al. Ama insan duvara bir âyet asmaz mı? O zaman Türk olduğunu anlardım” demiş. Mamafih hat sanatının kıymetini anlayan bazı Avrupalılar; bugün birbirinden güzel levhalarla evlerinin duvarlarını süslemektedir.
Emevî ve Abbasîler zamanında câmilere hat levhaları asılmaya başlandı. Selçuklular ve Osmanlılar bu geleneği devam ettirdi. Yazılar, çinilere, mermere, nihayet deri ve mukavva üzerine yazılırdı. Sadece câmilerde değil, türbe, tekke, medreselerde de bu levhalara rastlanır. Tekkelerdeki levhalar, umumiyetle divanhaneye asılır. Bunlardan biri, tekke pirinin isminin istiflenmiş hâlidir. “Edeb Ya Hû” gibi tasavvuf kültürüne yakışır levhalara tekkelerde daha çok rastlanır.
“Kur’an-ı kerim, Hicaz’da indi; Mısır’da okundu; İstanbul’da yazıldı” sözü meşhurdur. Gerçekten Osmanlı hattatları, hat sanatına başka bir zarafet katmıştır. Avrupa’da soyluların sanatçılara yaptığı gibi, Osmanlılarda da devlet adamı ve zenginler hattatları himaye etmişler; bu sayede hat sanatı çok inkişaf etmiştir. Göçler, yangınlar, zelzeleler bir yana; harf inkılâbı, hat eserlerinin ölüm fermanı oldu. Câmi, tekke, türbe ve medresedekilerin çoğu vakıflar tarafından toplanıp, depolara tıkıldı. Burada çoğu zâyi oldu. Şahıslar da korkularından bu levhaları ya yok ettiler; ya da bir şekilde elden çıkardılar. Böylece muazzam bir miras yok oldu.
LEVHAYA BAK, İBRET AL!
Evlerin duvarına asılan levhalar, ev sahibinin iç dünyası ile alâkalıdır. Bunlar, kendisine hayat düsturu aldığı âyet, hadîs, kelâm-ı kibar veya beyitlerdir. Ehl-i tarikat ise, pîrinin ismini asar; zaman zaman bakıp râbıtaya dalar. Büyük sahâbilerin, Ehl-i Bedr ve Ehl-i Beyt’in isimleri de unutulmaz. Bu ibret levhaları, hattat işi olduğu gibi; evdeki kızların atlas üzerine simli ipliklerle işledikleri de vardır. “Mâl ve mülke olma mağrur, deme var mı ben gibi/Bir muhalif rüzgâr eser, savurur harman gibi!”, “Kimseye bâkî değildir, mülk-i dünya sim ü zer/Bir harab olmuş gönlü, tamir etmekdir hüner”; “Hak tecellî eyleyince her işi âsân eder/Halk eder esbâbını bir lahzada ihsân eder”; “Rızk-ı halkeden hâlık rızksız kul yaratmaz ya/Açılır bahtın birgün hemen battıkça batmaz ya”;
Evlerin bilhassa girişinde Hazret-i Peygamber’in şemâilini anlatan hilye-i şerif asılır. O evi ve içindekileri, her çeşit belâdan koruduğuna inanılır. Hilye asılı olmayan ev yok gibidir. Bütün levhalar gibi, bunun kenarı da tezhiple süslüdür. Dükkânlarda, bereket için karınca duası asılıdır. Bazı levhalar, sarık, kayık gibi cansız resimleri ile tatbik edilmiştir. Leylek gibi canlı resimleriyle yazılan yazılar veya tetbeş, yani hem sağdan hem soldan yazılmış yazılar varsa da, ulemaca tasvip görmemiştir. Vav Gemisi denilen ve âmentünün yazıldığı levhalar da hemen her evde vardır. Vav, Allah’ın vâhid (bir) ismini; imanın altı şartını, hem de secde hâline benzediğinden dolayı insanın hakikatini sembolize eder.
Misafir odalarında ibrik ve leğen bulundurulur; kıble duvarında da "Ey misafir kıl namazın, kıble bu cânibdedir/İşte leğen, işte ibrik, işte peşkir iptedir!" yazar. Yatak odalarında, korkudan koruması ve çocuklara rahat uyku vermesi için Eshab-ı Kehf’in (Yedi Uyuyanlar’ın) isimleri asılır. Şimdi çocuklar, duvarlardaki posterlere ve raflardaki korkunç oyun kahramanlarına bakarak yeni yeni kâbuslara yelken açmaktadır.
Prof. Dr. Ekrem Buğra Ekinci