Geçen yıl bu vakitler Gülen Grubu içerisinde sorumluluk mevkiinde bulunan tanıdıklarla konuştuğumuzda, sırtını cemaate yaslayarak tetikçilik yapan malum şahıslardan ne kadar muzdarip olduklarını anlatıyorlardı.
İsim vererek “bunlardan bizim kurtulmamız lazım” diyorlardı.
Ortama akıttıkları ‘zehirli dille’ cemaate büyük zarar verdiklerini söylüyorlardı.
Hatta Today’s Zaman gazetesinde yönetici pozisyonunda bulunan iki kişinin Ekrem Dumanlı tarafından kovulacağını, uygun bir zeminin arandığını bile anlatmışlardı.
30 Mart öncesi 17 Aralık kavgasının devam ettiği dönemlerde bu tetikçilerden bir tanesi, 17 Aralık’ın asıl hedefini izhar edercesine şu iki twiti attı.
“Yarının Türkiye’sinde AKP ile teması olan hiçbir kurum, kuruluş yapı kalmayacak. Buna Türgev, Seta, E-5 Üniversiteleri (her ne demekse) havuz medyası dahil”
“Erdoğan’la birlikte hareket eden bütün yapılar, buna cemaatler ve tarikatlar da dahil tasfiye edilecekler”
Bir başkası, elinde tutuklanacak gazeteciler listesi ile ortalığa tehditler savurdu durdu.
17 Aralık öncesi biriktirilen dosyalar ve herkesten fazla Tayyip Erdoğan’ın dirayetli duruşu sayesinde geri püskürtülen girişimler (Selam-Tevhid Dosyası, Mit tırları üzerinden Hükümet-El Kaide ilişkisi kurma çabası, aynı hedefe müteallik İHH’nın Kilis’teki deposuna yapılan baskın, Başbakanın, Dışişleri Bakanının ofislerine konulan dinleme cihazları v.b) bu yapının tam da yukarıdaki tetikçinin çizdiği çerçeve içerisinde hareket etme niyetinde olduğunu ortaya koydu.
Mesele salt bir yolsuzluk meselesi değil, bir hareketi bütün hücreleriyle birlikte tasfiye etme meselesiydi.
Sözünü ettiğim tetikçilerin ortak dili, cemaatin emniyet ve yargı içindeki adamlarının kullandığı dille neredeyse birebir örtüşüyordu.
Sonra bu dil cemaatin ortak dili haline geldi.
160 ülkede 1500 okul açan koca bir yapı, herkese ‘eline kelepçe takılacak adam’ gözüyle bakan polis ve savcılarının iradesine teslim oldu.
Daha geçenlerde cezaevinden yaptığı tehditlerle, 18 Aralık örgütü diye bir örgüt uydurup, onlarca gazeteciyi isim isim bu örgüte dahil eden ‘cemaat polisinin aklı’ bütün hücrelere yayıldı.
En son Fuatavni denilen twitter hesabı, bütün bu tetikçilerin kullandığı dili tek bir potada topladı ve ‘küçük doğrularla büyük yalanları harmanlayıp’ cemaate bağlı olduğunu söyleyen ne kadar insan varsa, hepsini peşine takıp sürüklemeye başladı.
Geçen yıl 17 Aralık patlak vermeden önce, dershane tartışmaları sürerken Taraf gazetesi, 2004 yılında yapılan bir MGK toplantısına atıfla, Ak Parti hükümetinin aslında ta o tarihlerden beri cemaati bitirme çabası içinde olduğunu söyleyen akla ziyan bir manşet attı.
Askeri darbe çabalarının en yoğun olduğu bir dönemde Ak Parti’yi ve Erdoğan’ı böyle bir çaba içerisinde olmakla suçlamak, insanın sadece zekasıyla değil, hafızasıyla da alay etmekle eşdeğerdi.
Ekrem Dumanlı o zaman doğru olanın ne olduğunu gördü ve söyledi.
Bir Cuma akşamı Shaber’de böyle bir şeye inanmadıklarını, 2004 şartlarında böyle bir şeyin mümkün olamayacağını dile getirdi ve “konumuz Dershane, minder dışına çıkmayacağız” dedi.
Ama ertesi gün Fethullah Gülen’in Taraf’ın 2004 tezine sahip çıkmasıyla ‘üst akıl’ galip geldi.
Zaten sonrasında Taraf Gazetesi’nin savcı ve polislerden beslenen operasyonel dili, hızla yayılıp ‘hakim dil’ haline geldi.
Ekrem Dumanlı ve Hidayet Karaca’nın bugün yaşadıklarının daha fazlasını, çalıştığım kurumun yöneticileri 2011 yılında yaşadı.
O dönem Ankara’da görev yapan cemaatin Ankara Başsavcısının onayı ve kontrolünde tutuklamalar yapıldı. İstanbul’daki merkezimiz basılıp didik didik arandı.
Almanya’da bir kişinin ifadeleri üzerine oturtulan ve daha sonra aynı kişinin İstanbul’daki mahkeme de “Alman makamları beni tehditle baskıyla yalan ifadeye zorladılar” diye beyanda bulunduğu bir dosya ile ilgili.
Böyle olsa da, biz o dönemde Ekrem Dumanlı ve Hidayet Karaca’dan, STV ve Zaman’ın Ankara Temsilcilerinden iyilik ve yakınlık gördük.
Zor zamanlarımızda yanımızda durdular.
Bu desteğin dönemin Ankara Başsavcısıyla aralarındaki bir rol paylaşımının eseri olduğunu da düşünmedik.
Çünkü hem Dumanlı hem de Mustafa Ünal, yazdıkları yazılarla da yanımızda olduklarını gösterdiler.
Son bir yılda düşüncelerimiz keskin bir şekilde ayrışsa da, bugün onların yaşadığı sıkıntılar karşısında ‘oh olsun’ demek bizim meşrebimize uymaz.
Dilerim haklarındaki suçlamalardan en kısa sürede aklanırlar ve aileleri ile birlikte daha sakin bir hayata yelken açarlar.