Gülerce şunları söyledi:
"Önce Fuat Avni bir liste yayınlamıştı biliyorsunuz, burada ismim vardı ama, Fuat Avni diye birisinin twitter'da yazdıklarıyla hareket etmemiz doğru değildi. Pazar günü Beyaz TV'de bir programım vardı, katıldım orada da söyledim 'listede adım var' diye. program bittikten Yalova’ya döndükten sonra arayanlar oldu. Başsavcılık açıklama yaptı ‘listede isminiz var’ diye. O zaman işin boyutu değişti. Bu resmi bir evrak. Orada gözaltına alınacaklar listesinde gözaltına alınması gereken insansınız. E bekliyoruz gözaltı için gelen yok, yerimiz belli, saat 12'ye kadar Beşiktaş'ta. Onun üzerine ben tweet attım. Dedim ki ‘listede ismim var bir işlem yapılmıyor, ben yarın ifade vereceğim’ dedim. Ve bugün kendi arkadaşımın arabasıyla kendim geldim. Hukuk diliyle teslim oldum ve İrfan Fidan savcı beye 'şüpheli' olarak ifade verdim. Biraz uzun sürdü çünkü çok soru var, 35-40 soru var. Fakat konunun benimle ilgili tarafı şu 6 Nisan 2009'da sayın Fethullah Gülen, herkul.org sitesinde bir sohbet yapmış. Bu sohbetin dört gün sonrasında da ben zaman gazetesindeki köşemde, gülen neden uyarıyor diye başlıkla bir yazı yazmışım.
"GÜLEN'İN İRAN TAKINTISI VAR" Hüseyin Gülerce ifadesinin alınmasının uzun sürdüğünü, çünkü kendisine İran konusunda da sorular sorulduğunu söyledi. Bu konuda da Gülen Cemaati ve onun lideri Fethullah Gülen’i eleştirdi;
“O konu benim takip ettiğim bir şey değil. Bugüne kadar İran ile ilgili mevzuda ben Cemaat’in tavrını eleştirmek istiyorum. Fırsat oldu ifademde onu da söyledim. Şimdi bakın arkadaşlar, bir takıntı görüyorum Cemaat’te. Sayın Gülen başta olmak üzere bir İran takıntısı var. Öyle ki bazı insanları, bazı hükümet üyelerini hatta bakanları, hatta Başbakan’ı, sayın Cumhurbaşkanı’nı zan altında bırakmak için bir muta nikahı, bir İran yönlendirmesi gündeme getiriliyor. Ben bunu hazmedemiyorum. Gücüme gidiyor. Türkiye 5 bin yıllık bir devlete sahip. Yav Türkiye İran’ın oyuncağı mı ? Bakanlarına, milletvekillerine, genel müdürlerine, bürokratlarına bir muta nikahı kıydırarak Türkiye’yi İran mı yönetiyor ? Bu kadar olmaz. Türkiye’de İran dahil her ülkenin hesabı vardır. İstihbaratı vardır. Ama bunların hepsini bir kenara bırakıp, sadece Türkiye’yi İran şu yollarla yönetiyor demek ve Türkiye’yi yöneten insanları küçümsemek, Türk devletini böyle başkalarının oyuncağı olacak bir devletmiş gibi göstermek beni rahatsız ediyor.”
Savcının yürüttüğü soruşturma bu tahşiye denilen grupla ilgili. Yani bana anlatılan özetlenen şekilde olay şu, 6 Nisan'da 2009'da sayın gülen tahşiyeyi gündeme getiren bir konuşma yapıyor, arkasından 9 Nisan'da Samanyolu TV'de tek Türkiye dizisinde bu konu ele alınıyor. şimdi denk gelmeye bakın, 10 Nisan'da da ben sayın Gülen'in bu sohbetinden bir paragraf alıyorum, bu paragrafta da tahşiye geçiyor. Tabi haklı olarak aynı şey benden önce ifade veren Ahmet Şahin hocamızın da başına vermiş. Onun da 15 Nisan'da yazısı var, o da bu konudan bahsediyor. TAHŞİYE OLAYI BİRAZ FARKLI BİR OLAY... Şimdi bu tahşiye olayı biraz farklı bir olay. Peşinen söyleyeyim, zaman gazetesindeki arkadaşlarım, bilhassa Ekrem bey meseleyi demokrasi basın özgürlüğü tarafına çekiyor ama ortada hukuki bir mesele var, evvela bunu anlamamız lazım. Ben eğer bu işin içerisinde bulunmuşsam hükümetin de benim gazeteci kimliğimin öne çıkartılması doğru değil, var mıyım yok muyum bu işin içerisinde? BİR ARAYA GETİRİLİNCE KUMPAS KURULMUŞ GİBİ BİR ŞEY VAR Şimdi olay şu bu sohbetin arkasından Tek Türkiye dizisinde karanlık kuruldaki konuşmalar, arkasından Gönültaş'ın yazısı, zaman gazetesindeki yazı, Hüseyin Gülerce'nin yazısı, Ahmet Şahin'in yazısı bunların hepsi bir araya getirildiğinde, sanki bir tezgah kurulmuş, birilerinin alnı secde gören insanların üzerine gidilmesi için bir hazırlık yapılmış, bir kumpas kurulmuş gibi bir şey var. Bunun aydınlatılması lazım. Neden? Çünkü bu insanlar tırnak içinde tezgahın arkasından evlerine baskın yapılmış, el bombası bulunmuş, el bombaları üzerinde polislerin parmak izi çıkmış, sonra bunlar 17 ay mahkumiyet almışlar ve hapse girmişler. Ortada suçsuz insanlara bir zulüm varsa, yargı bunu araştırmasın mı? Sizinle ilgili tarafı, ben orada kesinlikle söyledim, bir defa böyle bir tezgahın içinde olmam mümkün değil. Çünkü ben hayatım boyunca kalemimi, hiçbir telkinle baskıyla imayla dahi kullanmadım. Hani varsa resmiyette en büyük kutsallarım üzerine yemin edeyim. Ben bu yazıyı yazarken hiç kimseden bir talimat emir almadım. Zaten ben yazılarımı bir gün öncesinden yazıyorum, gazeteci arkadaşlar da biliyorsunuz. 6 Nisan'da Sayın Gülen'in sohbetinden sonra, 9 Nisan'da Tek Türkiye dizisinde gündeme geliyor, benim yazım 10 Nisan'da. Ben yazımı 9 Nisan'da yazıyorum. Ben yazımı gönderdikten sonra o günün akşamında Tek Türkiye'de konu geliyor. Yani böyle onu kuvvetlendirici bir şey değil. Ama insan kendisini biliyor, ben böyle bir şey yapmadım. Zaten ifademde de yapılan bütün suçlamaları reddediyorum. BEN DE O HATAYI YAPTIM... Bir tezgah varsa, şimdi fikrimi soruyorsanız bana anlatılanlarla eldeki delillere göre bir tezgah olma ihtimali var. Tezgahtır diyemem, bu yargılamanın sonucunda çıkacak. Yargıya müdahale edemem. Başkaları da yargıya müdahale etmesinler. Yani işin içerisine basın özgürlüğünü katarak veyahut da gösteri yaparak veyahut da Türkiye çok ciddi bir dönemin içinden geçerken şov yaparak kimse meseleyi başka yere çekmesin. Hakikatin ortaya çıkması önemli. Bunu da şunun için ısrarla vurguluyorum. Ben de o hatayı yaptım maalesef. Ergenekon ve balyoz davalarında böyle bir havaya girildi. şimdi bakın kendileri de o arkadaşların Ahmet Şık'tan özür diliyorlar. Bir havaya girip de meseleyi başka tarafa çekip de hakikatin ortaya çıkmasını kimse engellememeli.