BİR SORU BİR CEVAP
Salânın anlamı ve dindeki yeri nedir?
Bazı Özel günlerde ezandan önce veya kılınacak cenaze namazını haber vermek amacıyla camilerde; “es-salâtu ve’s-selâmu aleyke ya resulallah, es-salâtu ve’s-selâmu aleyke ya habîballah, es-salâtu ve’s-selâmu aleyke ya seyyide’l-evveline ve’l-âhirîn, ve selâmun ale’l-murselin, ve’l-hamdu lillahi Rabbi’l-âlemîn” şeklinde okunan salâ (salavat) şu anlama gelmektedir: “Salât ve selâm (Allah’ın rahmet ve esenliği) sana olsun ey Allah’ın elçisi, sevgili kulu, geçmiş gelecek bütün insanların hayırlısı! Salât ve selam bütün peygamberlere olsun. Hamd (övgü ve şükür) de âlemlerin rabbi Allah’adır.”
Salâ, Hz. Peygamber’e (s.a.s.) selam ve övgüdür. Kur’an-ı Kerim’de ve hadislerde Hz. Peygamber’e (s.a.s.) çeşitli durumlarda salât-ü selam getirilmesi tavsiye edilmiş (Ahzâb, 33/56; Tirmizî, Deavât, 66; Ebü Dâvüd, Vitr, 23) ise de ne asr-ı saâdette ne de ilk dönemlerde camilerde salâ okunmuştur. Bununla birlikte Kitap ve Sünnet’te Hz. Peygamber ve diğer peygamberlere salât getirilmesi örneklerine binaen örfümüzde değişik kalıplarda pek çok salâ metni var olagelmiştir.
Sonuç itibarıyla dinî açıdan özel önemi olan gün ve geceleri hatırlatmak, meydana gelen bir vefatı ve kılınacak cenaze namazını haber vermek amacıyla salâ okunması, güzel bir âdet olarak kabul edilebilir ve bu yönüyle de dinî açıdan herhangi bir sakınca taşımadığı söylenebilir.
AYET
“Hamd göklerde ve yerde ne varsa hepsinin sahibi olan Allah’a mahsustur; ahirette de hamd yalnız O’na özgüdür. Hikmetle yöneten, her şeyden haberdar olan O’dur.” (Sebe, 34/ 1)
HADIS
Ebu Huzeyfe’den (r.a.) nakledildiğine göre Resülullah (s.a.s.) geceleyin uyumak istediğinde yatağına yatar ve “Allah’ım! Senin isminle ölür, senin isminle dirilirim” derdi. Uykudan uyandığı zaman da “Bizi öldürdükten sonra dirilten Allah’a hamdolsun. Diriltmek sadece O’na mahsustur” buyururdu. (Buhâri, Daavât 7,8,16. Ayrıca bk. Müslim, Zikr 59)
DUA
“(Allah'ım Senin mağfiretini dilerim. Benden eza veren şeyleri gideren ve bana afiyet veren Allah’a hamdolsun.” (Ibn-i Mâce, Taharet, 10)